Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

BizdenOku - Doğru Bilgi

İkimizde Ağlıyorduk.. Neye, Niçin Olduğunu Bilmeden.. Öykü



Bir kaç gündür içimi saram sıkıntıyı üzerimden atamıyordum.
Nedenini anlayamadığım bu duygu yüzünden yaşama karamsar bakıyordum.
Ne gezdiğim yerlerden, ne yediklerimden, ne okuduklarımdan kısaca yaptığım hiç bir şeyden zevk almıyor, mutluluk duymuyordum.
Hasta değildim.
Hasta olan bir yakınım dahi yoktu.
Moralimi bozacak herhangi bir olay dahi söz konusu değildi.
Değildi ama, beni yıpratacak derecede saran bu sıkıcı ve karamsar duygu nereden kaynaklanıyordu.
Beni üzebilecek ve üzülebileceğim tek düşüncem Derya'dan ayrılmış olmamdı. Ama onu da eskisi kadar düşünmüyordum.
Tam olarak unutmuş olmasam da hemen hemen kalbime gömmüş gibiydim.
Benim için küllenen bir aşktan öte bir şey değildi.
Ve işte o sabah yaşadıklarım, sıkıntımın kaynağını su yüzüne çıkarmıştı..

******
İşbaşı zilinin çalmasıyla makinemi çalıştırdım. Bu konfeksiyon fabrikasına gireli henüz dört ay olmuştu. İşbaşı saatinin üzerinden 15 - 20 dakika geçmişti ki şef yanıma geldi.
- Faruk, kapıda ziyaretçin var. Dedi.
"Hayırdır inşallah dedim. Ve " bana mı " diye sorarak şaşkınlığımı belirttim.
Şef "senden başka Faruk var mı? " diye yanıtladı, sorumu...
Sabah sabah beni kim arayabilirdi ki...
Öyle ziyaretçi falan da beklemiyordum. Kimse de bu çalıştığım yeri de bilmiyordu.
İyi de, bu gelen kim olabilirdi.?
Bekleme odasına girdiğimde küçük dilimi yutacaktım.
Yo, olamazdı.
Rüya görüyor olmalıydım.
Aklımın ucundan geçmeyecek biriydi, gelen...
Onunla bir yıl önce tanışmıştık.
Ben lokantadan çıkmıştım. ki onu Derya'nın yanında gördüm.
Derya beni görünce yanlarına gelmemi istemişti.
Ve onunla beni Derya tanıştırmıştı.
Efendi, açık sözlü ve acımasız yaşam yolunda yapayalnız yürümeye çalışıyordu.
Onunla konuşurken kendimi suçlu hissediyordum.
Utanmıştım, kendisinden...
Zira kardeşini deliler gibi sevdiğimi ve Derya'nın da beni aynı derecede sevdiğini bilmiyordu.
Ya da ben öyle sanıyordum.
O gün on dakika konuşma fırsatı bulduğum o insan şimdi burada idi.
" Merhaba... " dedi.
Ben ona ne diyeceğimi, ne demem gerektiğini bilemiyordum.
Şaşırmıştım.
Kekeleyerek " hoş geldiniz " dedim.
Elimi uzattım. Tokalaştık. Bana ;
- Beni tanıdınız değil mi... ? Ben Murat...
- Evet, tanıdım.
- Herhalde şaşırdınız. Beklemiyordunuz ?
- Ne yalan söyleyeyim. Evet. Şaşırdım...
Sustuk.
Odada derin bir sessizlik hâkimdi. Ş
u anda karşımda duran kişiyi bir yıl önce bulsaydım, konuşabilseydim ondan kardeşini "Allahın emri peygamberin kavliyle " isteyebilecek bir duyguyu taşıyordum.
Derya’yı o zamanlar eşim olarak düşünmüştüm.
Evlenecek, mutluluğa beraber yürüyecektik.
Onunla beraber olduğum her an dünyalar benim oluyordu. Onu öylesine çok seviyordum ki, ifade edilemez.., Ona tutkunluğum, sevgiden öte delice bir aşkın esiri gibi idim.. Onunla el ele yürürken, kol kola gezerken zamanın durmasını isterdim. Onun için canım bile feda ederdim. Derya’ya dünyamdı, benim.
Ama o gün, onu biriyle görmüş olmam. Şen şakrak halleri. Ve arada bir tutuşan elleri..
O Sabah işe gittiğim saatler onun okulda olması gereken saatlerdi. Zaman zaman denk gelirdik, okul yolunda. Kız kardeşleriyle gittiğinden pek görünmek istemezdim. Şimdilik sır olan aşkımızın bilinmesini de istemezdim. İşte o sabah onları görünce şaşırmış, aklımdan deli düşünceler geçmişti. Kendilriniz izlediğimden habersiz, konuşmaya, gülüşmeye devam ediyordu. O çocuğu tanıyordum. Aynı sınıfta idiler. Bir kaç kez onu göstermiş, söz etmişti, bana. Derya ile çıkmayı, sevgili olmayı çok istemişti. Arkadaşlık teklif etmiş , konuşmak istemişti. Ne oldu, neden oldu ki sabahın bu vakti, yan yana yürüyorlardı.

********
İlk buluştuğumuz gün onunla niçin yürüdüğünü sordum. " O benim sınıf arkadaşım. Elbette okula gidiyorduk. ne var bunda..." diye kendini savundu. " Ya onun hakkında bana anlattıkların " diye söylediğimde sustu. Sana açıklamak zorunda değilim, dedi, ardından. Suskunluk, gözlerindeki kaçamak, ve yanımdan uzaklaşıp gitmesi.
Oysa, sevdiğimle aramda sır olmaması gerekirdi. Ben onu ruhumla eş tutarken, o bana farklı bakıyor gibiydi.
Sabahları yollarda yoktu. Okul çıkış saati yine yoktu. uzun zaman göremedim.
Kimseye soramıyordum.
Gece yarıları sokağına iniyor bir ses, bir nefes, bir görüntü arıyordum.
Yoktu.
Ve bu olaydan bir ay sonra , bir okul arkadaşı ile gönderdiği mektupla bir daha görüşmek istemediğini yazmıştı.

********
Derya'yı unutmadım. Onu hem seviyor ve hem de ondan nefret ediyordum. Ama ağabeyini karşımda hiç beklemiyordum. daldığım hayallerden Murat'ın konuşmasıyla sıyrıldım.
- Herhalde benim niçin geldiğimi merak ediyorsundur
- Evet, yani..
- Derya için geldim
- Derya.
- Evet... Onun için.
- İyi ama benimle
- her şeyi biliyorum
- Nasıl?
Derya aranızdaki her şeyi anlattı. gerçi bir ağabeyin kız kardeşi hakkında biriyle , bir yabancı ile konuşması size hoş gelmeyebilir. Ama emin olun bunu, ben de hoş karşılamam. Fakat mecbur kaldım. Derya hasta.
- Anlamadım. Hasta mı? Derya hasta mı?
- Evet. Hasta ve hastanede yatıyor.
O an başımdan aşağıya kaynar su döküldü, sandım. Bunu beklemiyordum.
Murat konuşmasına devam ederek ;
- Hastaneye yatalı 20 gün oluyor. Durumu ilk günler kritikti. yoğun bakımda yedi gün kaldı. devamlı olarak sizin isminiz sayıklıyordu. Ve iki gün önce onu ziyaret ettiğimde , konuşabildim. doktorlarda hastalığının geçmesinin bir nedeni olarak sizinle görüşmesinin faydalı olacağını söylüyor. Belki sizi görünce iyileşme umudu artarmış. Hem Derya 'da sizi istiyor. Sizi aradım. Eski iş yerinize gittim: Derya'nın tarif ettiği yerde yoktunuz. Ayrıldı , dediler. Nihayet iş yerinden biri burada çalıştığınızı biliyormuş. Allah razı olsun , O söyledi de burayı bulabildim. Şimdi sizden rica ediyorum. Yalvarıyorum da...Lütfen gelin Derya'yı bir görün.

********
Şehrin en büyük hastanesine girdiğimde kalbim göğsümden dışarı fırlayacakmış gibi atıyordu. Dördüncü kata çıktık. Kapısında "özel oda" yazılı yere geldiğimde ayaklarım beni taşımıyordu. Kapı açılıp içeri girince onu gördüm. Baygındı. Murat'la bir süre sessizce oturduk. Solgun, hareketsiz bir yüz. Az sonra odaya hemşire girdi. Bir Murat'a , bir de bana baktı. Sonra Murat'a dönerek " Bu bey O mu? " diye sordu. Murat evet anlamında başını sallayınca hemşire sinirli bir edayla ;
- Siz erkek milleti yok musunuz...Hepiniz aynısınız. Şu yaptığınıza bakın. gencecik bir kızın kalbiyle oynamaya utanmadınız mı ? İşte, ölümün eşiğinde...Yazık. Hiç üzülme , acıma duygusu yok mu ?
- Ben..
- Susun. kendinizi müdafaa etmeye bile hakkınız yok.
Dedi ve dışarı çıktı.
Az sonra doktorla içeriye tekrar girdi. Doktorla merhabalaştık. bana "tek umudumuz sizsiniz. Bu kızın hastalığının bitmesine de, tedavisine de siz katkıda bulunacaksınız." dedi. Ve hemşireden Derya'yı uyandırmasını, ilacını vermesini istedi.
Derya yavaşça gözlerini açtığında beni görmedi.
Boş gözlerle odaya, doktora, hemşireye ve ağabeyine baktı.
Ağbisine mırıldanırcasına "hoş geldin" dedi. Murat başıyla beni işaret etti.
Derya başını benim olduğum tarafa çevirdi.
Bir an gözlerimiz birleşti. "Faruk" dedi.
Ben çivilenmiş gibi duruyordum. Ne kıpırdaya biliyor ne de bir şey söyleyebiliyordum.
Neden sonra "Merhaba Derya " diyebildim. yanına , yatağın olduğu yere yürüdüm. Diz çöktüm.
- Nasılsın Derya. haberim yoktu. Çok üzüldüm. Seni böyle görmek istemezdim. Bilirsin hep gülmeni isterdim.
- Biliyorum.
- Konuşma sen. Yorma kendini. Bak buradayım. Agbin geldi. Haber verdi.
Başımı çevirip ağbisine bakmak istediğimde odada kimsenin olmadığını fark ettim. Bizi yalnız bırakmışlardı. Derya elini yorganın altından çıkardı. Elimi tuttu.
- Beni bırakmayacaksın değil mi ? Faruk... Gitme olur mu ? Seni seviyorum.
- Gitmeyeceğim. İyileşmen lazım. Buradayım.
- Ama ben gidiyorum. Faruk... Sevgilin yok artık , gidecek.
- Ne olur , böyle konuşma...
- Beni sevdiğini söyle
- Seni seviyorum , Derya... Seni çok seviyorum.
- Yok, böyle değil... Hep söylerdin ya... Ölesiye
- Evet.. Seni, ölesiye seviyorum. Tutkunum. Düşkünüm. Delice bağlıyım. Sana.. Sana aşığım Derya'm...
- İşte böyle... Seni, ben de seviyorum. dedi.
Gözleri kapanır gibi oldu. Kapatmamaya çalışıyordu. Halsizlikten göz kapaklarına söz geçirmiyordu.
Gözünden süzülen yaşlar yanağından aşağıya kanarken dudaklarının titremesi, elimi sıkı sıkıya kavraması bir oldu.
İkimizde ağlıyorduk.
Ağlıyorduk.. Neye, niçin, neden ağladığımızı bilmeden ağlıyorduk.

**********
EROL KARA / Eylül 1983