Sitemizde aramak istediğiniz konuyu

BizdenOku - Doğru Bilgi

Divriği Mengücek Kalesindeki Aşk Hikayesi


MENGÜCEK KALESİ
Bir ortaçağ savunma yapısıdır. Tepenin yukarısında daha dar bir alanı çeviren alçak surları vardır. Mengücekoğullarına geçişinden Ahmed Şah zamanına kadar eski Paulikian-Bizans kalesi korunmuştur. Cengiz Han'ın Asya'da kurduğu eski Moğol Devleti'nin Anadolu'yu tehdit etmesi üzerine Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad (1220-1237), yöneticileri kent surlarını ve içkaleleri yenilemeye teşvik etmiş. Ahmed Şah da bu yenilemeye katılır. O sırada Ulu Camii ve Darüşşifası inşaatı devam etmektedir. İnşaatın Tiflisli ve Ahlatlı mimarlar tarafından yapıldığı ve kale inşaatında da aynı mimar ve mühendislerin çalıştığı varsayılır. Dış ve iç surlar simgesel hayvan figürlerinin işlendiği bir frizle süslenmiştir. (friz: Eski Yunan ve Roma yapılarında taban kirişi ile çatı arasında kalan, üzeri boydan boya kabartmalarla süslü bölüm) Kale kuzey-güney doğrultuda oval dikdörtgen yapıdadır. Dış Kale'nin sur uzunluğu 1000 m, içkale'nin sur uzunluğu güney-kuzey doğrultuda yıkılmış kısmı dahil 400 m'dir. Kalenin kente bakan batı ve güney yamaçları iki sıra surla çevrilmiştir. Kuzey ve doğu cepheler dik uçurumlar halinde Çaltı Vadisi'ne indiğinden kalede barınanların can güvenliği için yer yer basit duvarlar örülmüştür.
Parmaklık [Hisar Peçe] : Kalenin kuzey eteğinde, dik bir burnun üstünde, kale surlarıyla bağlantısız 20 m uzunluğunda, 6 m yüksekliğinde tek duvar halinde bir yapı vardır. Bu tek duvara kaleye geçit veren bir kaya tünelinin giriş kısmında bulunduğu için Parmaklık adı verilmiş olabilir. Parmaklık, "hisar-peçe" (ön kale) anlamında yerel bir isim de olabilir.
Kaya Tüneli, Kırk Ayakçak, Soğuk Mağara: Parmaklık'ın arka tarafında insan eliyle oyulmuş 4 m genişliğinde 6 m yüksekliğinde 20 m uzunluğundaki kaya tünelinden kayanın kuzeydoğu yamacına ulaşılmaktadır. Kaya tünelinin doğu ağzından çıkılınca kayalara oyulmuş Kırk Ayakçak denilen basamaklara ulaşılır. Soğuk Mağara, Kırk Ayakçak basamaklarının devamında, kalenin kuzey yamacında bir kapıdan girilip bir yer altı yolundan Çaltı ırmağına inildiği söylenen, varlığı kanıtlanmamış bir mağaradır. Evliya Çelebi'nin anlattığı gizli su yolu Kırk Ayakçak ile başlayan bu mağara olabilir. En son 2007 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mağaracılık Kulübü'nn yaptığı araştırmalarda mağaranın ulaşılabiln kısmının 200 m uzunluğunda olduğu, kayaların düşmesi nedeniyle bu metreden sonra kapandığı anlaşılıyor.
Şah Kapısı [A Kapısı]: Kalenin güneybatısında şehirden giriş kapısıdır. Bugüne ulaşmasa da "Babü'ş-Şah", "Babü'l-Kıble", "Babül-Kebir", Babü'l-Camii" gibi bir adı vardır. Divriği şahlarının kale ile Ulu Camii arasında ve bu kapıyla irtibatlı bir sarayları, kale içinde de yine bu kapıdan geçilerek ulaşılan bir kasırları bulunuyordu. Kapının ölçüleri Ahmed Şah ve Melik Salih'in kapıyı bu amaçla kullandıklarını düşündürür.
Kale Kapısı [B Kapısı]: Kapı sağındaki yarım daire planlı bir kule ile solundaki üçgen planlı bir diğer burçla savunmaya alınmıştır. Umumi giriş için kullanılan bu kapıda giren çıkanların okuması için Memlükler Döneminde yerleştirilmiş, sultanlık buyruğunu içeren bir kitabe vardır.
İçkale: Arslanburç ile Kuş Kayası arasında düz bir doğrultuda alçak bedenler ve burçlardan oluşan içkale suru meyilli kale düzlüğünü ikiye ayırmıştır. Muhtemelen 9. yüzyıl'da Paulikanlarca yapılmış eski kalenin temelleri üzerine yapılmıştır. 1180 tarihli Kale Camii'nin İçkale içerisinde yer alması, içkalenin bu tarihten önce yapıldığını göstermektedir. Surları zamanla yıkılmıştır. Sadece Arslanburç'a bağlı bir bölümü kısmen sağlam kalabilmiştir.
Kurbangah: Kalenin tepesinde, Divriği'nin ilkçağa uzanan tarihini, kale tepesinin ilkçağdan beri hem kutsal hem stratejik bir konumda olduğunu gösteren en önemli iz bir temenos'a ait kurbangahtır. (Temenos: Tapınağın ve sunağın yer aldığı kutsal alan)
Sarnıç: Kurban çukurlarının kuzeybatısında kayaya oyulmuş üstü beşik tonozla örtülü 4x4 m boyutunda ve 7 m derinliğinde, kare planlı bir sarnıç bulunmaktadır.
Havuz: Kale Kapısının yanında üstü açık, yağış sularıyla doldurulduğu düşünülen bir havuzun var olduğu sanılmaktadır.


Kuşun Mağarası: Oval bir ağızla kuzeybatıya bakar.
Yerdamı Mağarası: Arslanburç kayalıklarındaki taşa oyulmuş bir ağızdan girilen mağara, güney suruna kadar 50 m uzunluğundadır. 20 m eni, 3 m yüksekliği olan doğal bir mağaradır. Yerdamı denilmesi eskiden kalede oturanların kışlıklarını küplerle burada saklamalarıyla açıklanabilir.
Mezar Odaları / İnziva Mağaraları: Kalenin kuzeybatı köşesine doğru ve Kuşun Mağarası'ndan daha aşağıda, kayaya oyulmuş, dört köşe ağızlı bir çift hücre mağara vardır. Bunların ne maksatla oyulduğu bilinmemekle beraber Türklerden önceki dönemlerden kalma mezar odaları veya keşişler için hazırlanmış inziva mağaraları oldukları varsayılmaktadır.
Sur Camisi: Kale Kapısı'ndan girince sağda, sura bitişik olduğu söylenen mescidin yeri belirlenememekle birlikte bu mescide ait olabilecek bir açıklıktan söz edilmektedir.
Kale Bedeninde Hayvan Figürü: Arslanburç'un alt tarafında, güneydoğu surlarının sonundaki burcun üstündedir. 50x80 m boyutlarında bir taş üzerine kabartma bir figürdür. Figürün "On İki Hayvanlı Türk Takvimi" ndeki hayvanlardan biri, en yakın olasılıkla da kaplan betimi olduğu ve koruyucu bir öğe olarak surun üst taş sırasına konulduğu, dolayısıyla aynı amaçla, başka figürlerin de beden ve burçlarda sıralanmış olduğu söylenebilir.
Arslanburç / Melik Salih Burcu: 1251 yılında Ahmed Şah'ın oğlu Melik Salih yaptırmıştır. Biçimi ve özellikleriyle Anadolu'da tektir. Aşama aşama tamamlanan surların Ahmet Şah zamanında tamamlanamayan güney cephe dış surlarının kalenin güneybatı köşesine kadar, oğlu Salih Melik tarafından Arslanburç ile aynı zamanda inşa edildiği düşünülebilir. Beş kenarlı ön cephe 10 m eninde ve 8 m yüksekliğindedir. Konsollarından ikisindeki aslan heykellerinden dolayı Arslanburç adıyla ünlenmiştir. Arka ayaklarının üzerinde oturarak ön ayaklarını ileriye doğru uzatmış duruşta ve normal irilikte, kuyrukları bacaklarının arasından sırtlarına dolanmış yontulara "arslan" deniliyor. Bunu baş biçiminden çok kuyruk biçimi doğrular. O dönemlerde içkaleye hükümdar için bir kasır ve bunun payitahta hakim cephesine de üzerinde "şerefe" (balkon) bulunan bir burç inşa ediliyordu. Hükümdar zaman zaman ahmedek denilen bu burç şerefesinde oturup kent yaşamını izler, şikayetleri de burada dinlerdi. Adı bilinmeyen mimar ya da yontucu 13. yüzyıla ait ileri sanat anlayışıyla "heykelli anıt" burç tasarımıyla bulunduğu yere uyumlu, başkule olarak bir savunma yapısı için gerekli, yaptıranın yücelik duygusunu artıran, aşağıdaki kentte yaşayanlar için güven ve cesaret simgesi olan, özgün bir kule inşa edebilmiştir.

KESDOĞAN EFSANESİ NEDİR?
Divriği kalesinin egemeni Mengücükoğlu Şahin Şah’ın Ertuğrul adlı yiğit bir oğlu vardır. Ertuğrul günün birinde geyik avına çıkar, av izlerken karşı yakaya geçer. O sırada adamlarıyla birlikte oradan geçen Belkıs ile karşılaşır. Kız öyle güzeldir ki içine ateş düşer. Belkıs da bu yiğit delikanlıdan hoşlanmıştır.
Ertuğrul atını sürüp babasının yanına varır. Belkıs ile evlenmek istediğini söyler; kızın babası din ayrımı gözetip kızı vermezse savaş açmasını ister. Şah Ermeni kralına adamlarıyla durumu bildirir. Kral elçileri güler yüzle karşılar, ikramlarda bulunur. Şah’ı reddetmeyi hemen göze alamadığından: “Savaş da neymiş? Hiç şahlar şahı kızımı ister de ben vermezmiyim? Yalnız hemen cevaplamam olmaz kızımla da bir konuşayım” der.
Belkıs çoktan razıdır. Ertuğrul Bey gün batımlarında kalenin burcuna çıkar, okunun ucuna bağladığı mektubu, Belkıs’a fırlatır. Belkıs da iki gün sonra aynı yolla cevabını yollar. Zamanla Belkıs’ın cevabı gecikmeye başlar. Ertuğrul Bey babasından bir kez daha elçiler göndermesini ister. Bu kez Kral: Kızımla konuştum o da istekli, ama kızım çok gururludur. Erkek çocuğum olmadığından onu bir erkek gibi yetiştirdim. Şimdi o da “ Ben şahın oğluna varmak isterim, dillerini de dinlerini de kabul ederim, ancak; evleneceğim erkerğin de ne denli yiğit olduğunu görmeliyim diyor.” der. Elçiler biz ağızdan: “Şahınızın oğlu dilediğinizden de yiğit, dilediğinizden de merttir. Dileğiniz nedir”diye sorar.
Kral da “Kalenizin burcundan kalın bir halat gerile, bu halat üç gün üç gece iç yağıyla yağlana, Şahımızın oğlu huzurumuzda bu halata tutunarak boğazı geçip bizim kalemize vara. Bunu başarırsa kızımı veririm” der. Elçiler durumu Şaha anlatır. Şah bunu kabul etmek istemez oğlunu vazgeçirmek için yalvarmaları fayda etmez.
Ertuğrul Bey Belkıs’a kavuşmak için her şeyi kabul eder. Hazırlıklar tamamlanır. Ertuğrul halata tutunup karşıya geçmeye çalışır Belkıs’ın yüreği ağzındadır. Ertuğrul bey büyük bir gayretle karşıya geçmeye çalışmaktadır. Tam kale burcuna tutunacağı sırada Ermeni Kral yanındaki pehlivanına “kes Doğan” diye seslenir.
Pehlivanın halatı kesmesi ile Ertuğrul Bey uçuruma yuvarlanıp parçalanır. Durumu gören Belkıs da kendini burçtan atar. Şahin Şah ordusuyla Belkıs Kalesi’ne yürür. Kaleyi alır. Kral kaçmayı başarır. Olaydan sonra kalenin adı Kesdoğan olarak anılır.
Günümüzde kalenin duvarlarında kan lekesine benzeyen lekeler vardır. Bunun Belkıs ve Ertuğrul’un kanı olduğuna inanılır.

Diğer Efsane (*)
Selçuklular, 1071 .Malazgirt zaferinden ‘ sonra Anadolu İçlerine doğru akınlara başlarlar. Bu sıralarda Divriği Kalesi de Bizanslıların elindedir. Divriği Kalesi, kayalık bir tepe üzerinde kurulmuş, kalın surlarla çevrilidir. Bu sebepten alınması uzun sürer.
Türkler de bu kalenin karşısına bir kale yaparlar. Bu iki kalenin kurulduğu tepelerin arasında Çaltı Suyu geçmektedir; birbirine karşı karşıyadır.
Rum beyinin güzel bir kızı, Türk beyinin de Doğan adında gayet yakışıklı genç bir oğlu vardır. İki tepenin üzerindeki kalelerde yaşadıkları için uzaktan birbirlerini görürler. Aradan zaman geçer ve her İkisi de anlarlar ki, gönülleri karşı tepeye düşmüştür. Babaları savaş halinde oldukları İçin evlenmeleri imkânsızdır. Yapılacak tek şey vardır: Kızı kaçırmak! Bu da ancak iki kale arasına İp germek suretiyle olacaktır.
Bir sabah erkenden Doğan İki kale arasına ip gerer ve Rum beyinin güzel kızını kendi topraklarına kaçırmaya teşebbüs eder. Tam kaçarlarken Rum beyinin askerleri ipi ve üzerindekileri görürler, başlarlar ok atmaya. Durumu gören kız Doğan’a:
Kes Doğan! diye ipi kesmesini söyler. Böylece ok yağmurundan kurtulacaklardır. Doğan ipi keser, fakat İkisi birlikte aşağıya düşüp parçalanırlar. İşte, bu hadiseden sonra buraya Kesdoğan adı verilir.
Aynı hadiseyi değişik şekillerde işleyen hikâyeler de vardır, fakat yukarıdaki en güzellerinden biridir,

(*) Kaynak: Saim Sakaoğlu / 101 Anadolu Efsanesi

Derleme : Erol Kara / @Bizdenoku